ANA SAYFA İLETİŞİM BİLGİLERİ BAĞLANTILAR SİTE HARİTASI E-POSTA GİRİŞİ ÜYE GİRİŞİ TMMOB
eski.mmo.org.tr ENGLISH
AKM ML MK EKM

01 Mayıs 2024 Çarşamba    

EİM-MEDAK MİEM PBK
ŞUBE GİRİŞ SAYFASI

 BASIN AÇIKLAMASI: 17 AĞUSTOS DEPREMİNİ UNUTMADIK, UNUTTURMAYACAĞIZ!

    Yayına Giriş Tarihi: 22.08.2012  Güncellenme Zamanı: 10.09.2012 15:07:05  Yayınlayan Birim: KOCAELİ ŞUBE  
 

Büyük Marmara depreminin 13. yılında, insanlığın uygarlık birikimi ve onurunun, yaşanmakta olan karanlık sürecin ve tüm olumsuzlukların üstesinden geleceği inancıyla, kaybola tüm değerlerimiz ve canlarımızın anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.

17 Ağustos`u unutmadık, unutturmayacağız...

17 AĞUSTOS DEPREMİNİ UNUTMADIK, UNUTTURMAYACAĞIZ!

Değerli Basın Emekçileri,

13 yıl önce bundan birkaç saat sonra bir acı yükseldi bu coğrafyada. İzmit‘te, Adapazarı‘nda, Gölcük‘te, Yalova‘da, İstanbul‘da büyük Marmara depremi ile yıkıldık. On binlerce canımızı kaybettik. Yüreğimiz yandı. Bir doğa olayı afete dönüştü.

Artık hepimiz biliyoruz, ülkemiz dünyanın en etkin ve yıkıcı deprem kuşaklarından birinin üzerinde bulunmaktadır. Geçmişte birçok yıkıcı deprem olduğu gibi, gelecekte de sık sık oluşacak depremlerle büyük can ve mal kaybına uğrayacağımız bir gerçektir.

Bu durumu yakın zamanda bizlere izah eden yüreğimizi yakan VAN depremi olmuştur.

"Deprem Bölgeleri Haritası"na göre, yurdumuzun %92‘sinin deprem bölgesi içerisinde yer aldığı, nüfusumuzun %95‘inin deprem tehlikesi altında yaşadığı ve ayrıca büyük sanayi merkezlerinin %98‘i ve barajlarımızın %93‘ünün deprem bölgesinde bulunduğu bilinmektedir. Son 60 yıl içerisinde depremlerde, sayısı altmış bine ulaşan vatandaşımız hayatını kaybetmiş, yüz yirmi bini aşkın kişi yaralanmıştır. Yaklaşık olarak 420.000 bina yıkılmış veya ağır hasar görmüştür.

Sonuç: Türkiye, depremle bir arada yaşamaya mecbur bir ülkedir.

Hepimiz biliyoruz: Bugünün dünyasında akıl ve bilim depremin doğasını çözmüştür. Depremler yerkabuğunu oluşturan levhaların sınırlarındaki devingenlik ve değişim nedeniyle, bu ortamdaki deformasyonlar ve gerilme birikimlerinin kırılma sınırına ulaştığında oluşan ve saniyeler süren, Yerküre‘nin doğal süreçleridir. Bu doğal sürecin oluşumu önlenemez ve engellenemez. Ancak gerekli tedbirlerle, özellikle yapısal tedbirlerle, can ve mal kayıpları azaltılabilir.

Ancak ülkemizde işler hiç de iyi değildir. Deprem sorunu, her oluşan yıkıcı depremden sonra, ülke gündemine İstanbul bağlamında "fay" ve "depremin büyüklüğü" tartışmaları gibi depremin gerçek boyutunu "maskeleyerek" gelmekte, bir süre sonra unutulmaktadır. Yeni bir deprem olduğunda bu senaryo kendini tekrarlamaktadır.17 Ağustos depreminin üzerinden 13 yıl geçmesine rağmen, mühendis, mimar ve şehir plancılarının ülkemizin deprem tehlikesi ve riski konusunda sürekli yinelediği uyarılar siyasal iktidarlarca dikkate alınmamıştır.

Bu ülkenin İmar Yasası, Afet Yasası, Yapı Denetim Yasası, bunların ilgili ikincil mevzuatı sorunludur. Sistem yüzünü insana dönmemektedir. Bu ülkede yasal düzenlemeler ranta odaklıdır.
Her olayda olduğu gibi vahşi kapitalizmin vahşi kuralları doğa olaylarının afete dönüşümünü engellemekten uzaktır. Aksine, neredeyse sistemin koyduğu kurallar doğa olaylarını afete dönüştürmek için yazılmaktadır.

Siyasal İktidar, nedense imar yasasını, afetler yasasını, yerel yönetimler yasasını hala düzenleyememiştir.


Değerli basın emekçileri,

Ülke olarak 1999 yılı sonrasında unutmaya başladığımız depremler, bir gün İzmir Seferihisar`dan, bir gün Kütahya Simav`dan, bir gün Bingöl`den, bir gün Van`dan kendini hatırlatsa da, Dünya`nın pek çok ülkesinde yıkımlara ve can kayıplarına neden olan depremler yaşansa da, yaşanan bunca acı deneyim dahi, imar rantının unutturucu etkisiyle başa çıkamıyor.  
Ülkemizin yaşadığı en büyük deprem olan Marmara Depremi`nin 13. Yıldönümüne ülkemizde yönetim sorumluluğu üstlenmiş kişilerin vurdumduymaz tavırlarına ise bir kez daha isyan ediyoruz.
Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun, kamuoyunda kentsel dönüşüm olarak adlandırılan kanun, ülkemizin gerçek ihtiyacı olan, kentlerin afetlere karşı duyarlı, sakınım içerikli planlanmasını, denetimsiz ve mühendislik hizmeti almamış yapılaşmanın engellenmesini sağlayacak düzenleme olmaktan oldukça uzaktır.
Kentsel Dönüşüm Projeleri; Kentlerin, ekonomik ve fiziksel çöküntüye uğramış bölgelerinde iyileşme sağlayan, depreme dayanıklı konutlar üreten, yaşam kalitesini artıran ve kent ekonomisinin güçlendirilmesini amaçlayan, yurttaşı mağdur etmeyen tam tersine planlama ve uygulama sürecine katan, kamu arazilerinin talanını önleyen, tasarım ve uygulama kriterlerine sahip, yerel kalkınmayı da sağlayan nitelikte olmalıdır.
Ancak bu şekilde özellikle dar gelirli yurttaşların konut sorunlarına çözüm bulurken, sosyal yaşam alanlarını yükselten yeşil alan, altyapı, eğitim ve sosyal donatı yaratmak yoluyla yaşanabilir çevre ile sürdürülebilir planlama hedeflerinin yaşama geçirilmesi yasal güvenceye kavuşturularak sağlanmalıdır.
Mahalle sosyal kontrol ve dayanışmanın kentlerde sağlandığı ve uzun bir tarihsellik içinde oluşmuş sosyal ve mekansal bir olgudur. Yapılan kentsel dönüşüm projeleriyle bunun yok edilmesi kentlerin sosyal yaşamına telafisi olmayan bir hasar verecektir. Bu sebeple, kentsel dönüşüm projeleri hazırlanırken bu husus göz önünde bulundurulmalıdır. Bunun için, yüksek katlı, tek tip, dikey yapılaşma yerine, yatay düzlemde bir yapılaşma ve bunun içinde mahalle yaşamını sağlayabilecek sosyal donatı alanları sağlanmalıdır.
Kentsel Dönüşüm bir bütün olarak ele alındığında toplumsal /sosyal ilişkilerin dağılmasını önleyici, sosyal ayrımlaşma ve dışlanmayı önlemede bireysel bağlantıların koparılmadığı, yerel kimlikleri olan kentlinin yaşayış biçimleri, kültürleri, gelenek görenekleri, bilinçlilik düzeyi, yöreden hoşnutluğu, mülk sahipliği analiz edilerek kentsel dönüşüm sürecine girilmelidir.
Ancak, yapılan düzenlemeler, ülkemizde kentleşme konusunda izlenen "ikiyüzlü" politikanın sürdürülmesi, bir yandan riskli yapı ilan edilen yapıların yıkıldığı, diğer yandan yeni riskli yapıların üretiminin sürdüğü, afet riski gerekçe gösterilerek tüm kentlerimizin bir rant aktarım alanı haline dönüştürüldüğü, "Hukuk Devleti" ilkesinin yerle bir edildiği bir gerçekliğe doğru yol almak demektir. Afet riskinin azaltılması gerekçesiyle hazırlanan yasada var olan, yaşamın gerçek sigortası olan ormanlar, meralar, sulak alanlar, kıyılar, tarım alanları gibi

doğal varlıkların talanına olanak sağlayacak, yeni afetlerin oluşmasına neden olacak yaklaşımdan vazgeçilmelidir.
Depremlerde can ve mal kayıplarının bu kadar yüksek olmasında imar aflarının birincil derecede önemli olduğunun artık biliniyor olması gerekir. Bilime ve mühendisliğe, akla ve uygarlığa aykırı olarak siyasal iktidarlarca uygulanan rant politikaları nedeniyle, ülkemiz sadece bir "deprem ülkesi" değil bir "afet ülkesi" olmuştur. Bunun ekonomik sonucu olarak her yıl GSMH‘nın ortalama %3 ile %7‘si afet zararlarını karşılamaya harcanmaktadır. Gerçekte hepsi birer doğa olayı olan deprem, heyelan, çığ ve kaya düşmesi, su baskını vb. olaylar bilinçsizce verilmiş yer seçimi kararları, mühendislik verilerinden yoksun imar planları, düşük standartlarda ve mühendislik hizmeti görmemiş yapı üretimi, kısaca ranta dayalı, hızlı, düşük nitelikli, tasarımsız ve plansız kentleşme ve sosyo-ekonomik politikalar sonucu afete, yani insani ve ekonomik yıkıma dönüşmektedir.
17 Ağustos depreminin üzerinden 12 yıl geçtikten sonra geç de olsa 18.08.2011 tarihinde "Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı"nın hazırlanmış olması olumlu bir adım olmakla birlikte, planın oluşturulması sürecinde faydalanılan çalışmalar arasında, Deprem Konseyi tarafından 2002 yılında hazırlanan ve depremin afete dönüşmemesi için gerekli olan tüm önlem ve eylemleri çok daha detaylı bir şekilde içeren "Deprem Zararlarını Azaltma Ulusal Stratejisi" başlıklı çalışmaya yer verilmemiş olması dikkat çekicidir. Dokuz yıl sonra bugün aynı şeyleri söylediğimiz göz önüne alındığında, bu süre zarfında Deprem Konseyi`nin hazırladığı strateji çerçevesinde hiçbir çalışmanın yapılmamış olması ayrıca sorgulanması gereken bir noktadır.
Deprem, jeoloji ve jeofizikten şehir plancılığı, inşaat, mimarlık, elektrik, makina mühendisliği disiplinlerine dek çok bilimli bir mühendislik, mimarlık alanı olmasına karşın, ülkemizde bu disiplinlere gereken önem verilmediği ve hatta geriletilmeye çalışıldığı için zincirleme birçok sorun oluşmakta ve gereken katkılar alınamamaktadır.

Sosyal devletten ve toplum yararı ilkesinden siyasal iktidarlarca vazgeçilmesinin sonuçlarının her alanda olduğu gibi her depremde karşımıza çıktığını ve gelecekte de çıkacağını hep söylüyoruz.
Bu iktidar döneminde de ülkemizin deprem tehlike ve riskinin büyüklüğüyle orantılı politikalar ve programlar geliştirilmemiştir ve geliştirilmesi yönünde bir iradenin olduğu da görülmemektedir.

Ülke geleceği için son derece önem taşıyan "Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı" gibi bir belgenin ancak "toplumsal bir sözleşme" niteliği taşıdığında bir anlamı olacaktır. Bu bağlamda UDSEP`in kağıt üzerinde kalmaması ve hayatta karşılık bulması için gerçekçi bir şekilde yeniden düzenlenmesi şarttır.


Ülkemizde dereler, vadiler, ormanlar, su havzaları, deprem tehlikesi içeren, kısaca yapılaşmaya uygun olmayan alanlar, rant ekonomisinin baskısı altında yapılaşmaya açılmıştır, gelecekte açılmaması yönünde ciddi bir irade de yoktur.


Depremlerden ve diğer bütün doğal ve yapay afetlerden korunmak yönünde istemler en temel insan hakkıdır. Daha güvenli, daha sağlıklı ve yaşanabilir çevrenin her yurttaş için temel bir insan hakkı olduğu ana ilke olarak kabul edilmelidir. Deprem hasar, zarar ve can kayıplarının azaltılmasının bilinen tek yolu, mühendis, mimar ve şehir plancılarının ortak katkı ve çabalarıyla depreme dayanıklı yerleşim alanları ve yapılar tasarlamak ve üretmektir. Bunun için, deprem öncesi, sırası ve sonrasında yapılacak çalışmalarda kamu yararı ve ülke çıkarı bağlamında ulusal bir deprem politikası belirlenerek ciddi programlar oluşturulmalı ve daha da önemlisi bunlar yaşama geçirilmelidir.
Yerleşme ve yapılaşma bağlamında gerekli yasal düzenlemeler yapılmalı, yasaların uygulanması sağlanmalı, sağlıklı ve güvenli yapı üretim ve denetim sürecini sermayeye ticari bir alan olarak teslim eden anlayış bırakılmalı, kamusal denetim etkinleştirilmelidir.


Değerli Basın Emekçileri,

17 Ağustos 1999 depreminin 13. yılında, depremin yarattığı toplumsal sonuçlar konusunda kamuoyu duyarlılığını arttırmak, siyasal iktidarın ve yerel yönetimlerin sorumluluklarını hatırlatmak amacıyla artık gelenekselleştirdiğimiz "TMMOB Depreme Duyarlılık Yürüyüşü"nün geçen yıl 4.sünü bu yıl İzmit‘te gerçekleştirmiş idik. "TMMOB Depreme Duyarlılık Yürüyüşü" nü VAN depreminin 1.yıldönümünde VAN`da gerçekleştireceğiz.

Bugün gece 03:02`de Depremzedeler Derneği`nin Merkez Bankası`nın önünden 02:30`da başlayacak yürüyüşüne ve bu alanda yapacağı anma etkinliliğine katılarak yine bir kez daha haykıracağız:

Depremlerin ve doğa olaylarının "afet" olarak yaşanması ülkemizin ve halkımızın yazgısı olamaz! Olmamalıdır!

TMMOB (Türk Mimar Mühendisler Odaları Birliği) olarak,  17 Ağustos Depreminin 13. Yıldönümünde "depremi unutmadığımızı, unutmayacağımızı ve unutturmayacağımızı". Halkımızla hep birlikte seslendireceğimize inancımız tamdır.

Büyük Marmara depreminin 13. yılında, insanlığın uygarlık birikimi ve onurunun, yaşanmakta olan karanlık sürecin ve tüm olumsuzlukların üstesinden geleceği inancıyla, kaybola tüm değerlerimiz ve canlarımızın anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.

17 Ağustos`u unutmadık, unutturmayacağız...

TMMOB Kocaeli İl Koordinasyon Kurulu
KESK Kocaeli Şubeler Platformu

Kocaeli Şube Kaynaklı Basın Açıklamaları »

22.08.2012 tarihinden itibaren 2080 defa okunmuştur.

 

ŞUBE İÇERİĞİ

ÇEVRE ANALİZLERİ YETERLİLİK BELGESİ
BİLGİ EDİNME BAŞVURUSU
SIKÇA SORULAN SORULAR
 

TMMOB MAKİNA MÜHENDİSLERİ ODASI KOCAELİ ŞUBE
KÖRFEZ MAH. İZZET UZUNER SK. NO:14 İZMİT - KOCAELİ
TEL: (+90) 262 3246933   FAKS: (+90) 262 3226647
e-POSTA:

SAYFA ÜSTÜ
ÖNCEKİ SAYFA

COPYRIGHT © 2024 TMMOB MAKİNA MÜHENDİSLERİ ODASI
MEŞRUTİYET CADDESİ No:19 KAT:6-7-8 KIZILAY / ANKARA
TEL: 0850 495 0 666   FAKS:(+90) 312 417 86 21
E-POSTA:

Key İnternet Hizmetleri