ANA SAYFA İLETİŞİM BİLGİLERİ BAĞLANTILAR SİTE HARİTASI E-POSTA GİRİŞİ ÜYE GİRİŞİ TMMOB
eski.mmo.org.tr ENGLISH
AKM ML MK EKM

28 Mart 2024 Perşembe    

EİM-MEDAK MİEM PBK
ŞUBE GİRİŞ SAYFASI

 MİMARLAR ODASI ANKARA ŞUBE BAŞKANI MİMAR TEZCAN KARAKUŞ CANDAN İLE RÖPORTAJ

    Yayına Giriş Tarihi: 23.03.2017  Güncellenme Zamanı: 23.03.2017 15:48:42  Yayınlayan Birim: DENİZLİ ŞUBE  
 

Güncellenme Zamanı: 23.03.2017 15:43:22

Mimarlar Odası Ankara Şube Bşk. Tezcan K. Candan: “NEO LİBERALİZMİ KURTARMA REFERANDUMU YAPIYORUZ”

Türkiye Cumhuriyeti çok önemli bir sınava hazırlanıyor. “Olmak ya da olmamak” sınavı! Birkaç hafa sonra gerçekleşecek olan Referandumla kendi geleceğinin yol haritasını yeniden şekillendirecek. Referandumdan çıkacak sonuca göre yönünü belirleyecek. Uzun süredir fiilen parlamenter sistemle başkanlık sistemi arasında kalan yönetim modelinin ne olacağının kararını verecek. 16 Nisan akşamı çıkacak sonuçla nasıl yönetilmek istediğini belirlemiş olacak. Ekonominin, siyasetin ve toplumsal yaşamın yönünü kararsızlıktan kurtarmış olacak.

Yeni yıl itibariyle neredeyse hücrelerimize işleyen referandum tartışmalarının baş aktörleri siyasetçiler ve hukukçular. Özellikle Meclis oturumlarının sonlanıp referandum kararı Resmi Gazetede yayınlandıktan sonra başlayan ateşli tartışmalar medya başta olmak üzere bize dokunan her şeyin gündemini baştan sona işgal etmiş durumda. Siyaset alanında ve medyada yoğunlaşan bu ‘entelektüel` işgal, giderek halkın uzak görünen ilgisini de hareketlendirmeye başladı. Olağanüstü Hal kurallarının yer yer işlediği ancak halkın günlük yakınlığının engellenemediği bir durumun tam ortasındayız.

Siyasi partiler, sivil toplum örgütleri, mesleki kurumlar kendi geleceklerinin tayininde rol oynamaktan uzak kalmak istemiyorlar. "Evet-Hayır" ikilemine sıkışmış tercih mekanizmasında taraf olanlar, halkın sözü edilen yakınlığını kendi mecralarına çekmek için çalışmalarını giderek yoğunlaştırıyorlar. Kimisi alana inip geleneksel propaganda yöntemleriyle, kimisi doğrudan iletişimle, çoğunluk ve ağırlıklı olarak kentli kesimler internetin sağladığı sosyal platform olanaklarıyla ve kimisi de topluca salon toplantıları düzenleyerek kendi tercihlerini gerekçeleriyle anlatmaya çalışıyorlar.

Olağanüstü hal yasaklarının koyduğu sınırlamalar bu süreci zora sokuyor olsa da, her iki taraf bir yolunu buluyor ve kendini anlatmak için tüm olanaklarını seferber ediyor. Siyasi partiler taşra örgütlerini çoktan harekete geçirdi. Ortalık tıpkı seçim dönemlerindeki gibi broşürler, bayraklar, bildirilerle yavaşça renklenmeye başladı. Son günlerde daha renkli hale geleceğini varsayabiliriz. Kentin kenar mahallelerinden başlayarak ilçelere, kasabalara ve köylere uzanan günlük siyasi parti çalışmaları yoğun bir tempo kazanmış durumda.

Öte yandan sivil demokratik unsurlar, kendi mevzilerini alışılmış yöntemlerle ve karşılıklı çatışmadan kaçınarak oluşturuyor. Bir araya gelinip güç birliği için platformlar kuruluyor. Panel, konferans, seminer ve söyleşiler bu tür organların vazgeçilmez yöntemi. Neredeyse her gün, ama özellikle hafta sonları şehrin az sayıdaki tüm salonları referandum tartışma, konferans veya panel etkinliklerine ev sahipliği yapıyor. Özellikle kent dışından gelen akademisyenler, meslek odası temsilcileri, akademisyenler ya da siyasetçilerle birlikte siyaset uzmanları söz konusu etkinliklerin neredeyse değişmez konukları oluyor.

Özetlediğimiz gelişmelere, Denizli gündeminde son günlerde yoğun olarak tanık olmaya başladık. Her gün birkaç referandum demeci medya manşetlerinde yer buluyor. Açıklamalar, duyurular, etkinlik ve toplantılar giderek çoğalıyor. Denizli Demokrasi Platformu, referandum tartışmalarının artarak sürdüğü bu günlerde güç birliği olarak yeniden sahneye çıktı. Kente davet ettiği konuklarıyla referandumu anlatmaya, medeni bir tartışma ortamına katkı sağlamaya çalışıyor.

Geçtiğimiz hafta, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü vesilesiyle konuşmacı olarak kente gelen Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan; kadın hakları, Cumhuriyet ve yeni anayasal düzenlemede kadının geleceği konulu bir konferansa katıldı.

Tezcan Karakuş, konferans öncesi yapıtığımız söyleşide Ankara Orman Çiftliği arazisine yapılan ‘kaçak saray` ve mekânsal değişimin toplumsal etkileri üzerine yargılarını açıkladı. Referandum sürecinin neoliberal politikalara etkisi ve uluslararası önemine dikkat çekti. Şili`de ilk kez uygulanan neoliberal politikalar üzerine hazırladığı "Neoliberal Laboratuvar Şili" kitabını, Türkiye`de izlenen ekonomi politikaları bağlamında değerlendirdi.

KAÇAK SARAY AİHM`DE!

Sizin Atatürk Orman Çiftliği ve üzerindeki kaçak yapılarla ilgili Mimarlar Odası adına açtığınız davalar vardı. O davaların durumu şimdi hangi aşamada?

"Şu anda Atatürk Orman Çiftliğinde üzerindeki kaçak yapılar ve işgallerle ilgili 100 kadar davamız var bizim. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine(AİHM) başvurduk. Özellikle ‘kaçak saray` davasında mahkemenin yürütmeyi durdurmasıyla Cumhurbaşkanı`nın "ben mahkeme kararını tanımıyorum, o binaya gireceğim, içinde oturacağım" demesi üzerine önce Anayasa Mahkemesine başvurduk. Anayasa mahkemesi bizi taraf olarak görmeyip muhatap almadı. O yüzden AİHM`ne başvurduk. Dava ilk filtrasyonu geçti, şu anda yargıçların önünde, görüşme kararı alındı. Cumhurbaşkanı özellikle idare mahkemesi kararından sonra bizi hedef gösterdi. O noktada iki tane aleyhimize dava açıldı. Bir tanesi tazminat, diğeri hakaret davasıydı. İkisinden de beraat ettik."

Çiftlik davaları neden bu kadar önemli?

"Şunu belirtmekte yarar var, Atatürk Orman Çiftliği mücadelesi dönemsel bir mücadeleydi, orada kaldı değil. Bu gün tartıştığımız referandum sürecinde rejimle hesaplaşmanın mekânsal karşılığı olarak ortaya çıktı. Çünkü 1925 yılında Atatürk`ün kurduğu bir alan orası. Kamusal bir alandı, padişahın bahçelerine karşı halkın bahçeleriydi. Sağlam bir yaklaşımla, çiftlik formunda, bilimi önceleyen, kadın ve erkeğin eşitliğini önceleyen, laikliği önceleyen çağdaş ve modern yaşamın bir tür laboratuvarı olarak görmek gerekir orayı. Onun için Cumhuriyet değerlerinin kurucu mekanı olarak düşünmek gerekir."

ATATÜRK ORMAN ÇİFTLİĞİ SİMGEDİR

Cumhuriyet yönetiminin sembolik bir fiziki mekanı olarak mı değerlendiriyorsunuz?

"Tabi, simge mekanı olarak görmeli. Taşıdığı değerleriyle, oradaki çalışanından çocuğuna kadar bütün ihtiyaçlarını gideren, onlara lojman yapan, hamam yapan, okul yapan, lokanta yapan Ankara`nın yeni çağdaş anlayışının geliştiği, insanların birlikte kadın erkek yüzme havuzuna girdiği, ucuz yiyeceklerin satıldığı, yeme içme adabının öğrenildiği bir yaşam boyu öğrenme alanı olarak düşünebiliriz. Tarihsel olarak baktığımızda ise Köy Enstitülerinden çok önce kurulmuş, bir tür okul diyebiliriz. Toplumsal aydınlanma okulu!

Dolayısıyla Cumhuriyetin pek çok değerinin simgeleştiği bu alanda Başbakanlık hizmet binası olarak başlayan ve Cumhurbaşkanlığına dönüşen yapıyı, mekânsal olarak Cumhuriyet ile hesaplaşmanın merkezi olarak görüyorum ben.

Şimdi Atatürk`ün simge değeri, Cumhuriyetin kurucu değerleri orada ifade ediliyor, birinci derece doğal ve tarihi SİT alanı, Ankara`nın yeşil alanı ve tek çivi çakılmaması gereken bir yere siz 650 bin M²`lik beton çakıyorsunuz."

MEKANSAL YIKIMLA YAŞAM FORMU DEĞİŞİYOR

Kamuoyuna yansıdığı kadarıyla davalar hukuk davası olmaktan çıkıp siyasal mücadeleye dönüştü. Neden bu kadar siyasallaştı?

"Hep siyasallaştı dedikleri bu süreç hep siyasaldı zaten. Biz bunu önce fark ettik. Biliyorsunuz, 2002`de iktidara geldi AKP. 2003 yılında ilk yaptığı iş TOKİ ile ilgili yasayı değiştirmek oldu. O değişiklik şuydu; Türkiye artık sadece dar gelirlilere konut üretmeyecek, piyasaya yönelikte üretim yapabilecek. Bunun açıklaması, TOKİ`nin artık bir müteahhit firma olması demekti. Ondan sonra TOKİ`lerle yeni bir plan süreci gelişti. Mekânsal olarak baktığımızda merkezine camiyi alan, onun etrafında okuluyla, sağlık üniteleriyle vb. yeni bir yaşam alanı planlandı. Böylece toplumun en alt kesimi olan aile mekânsal olarak şekillendirmeye başladı. İbadet merkezlerini toplumsal yaşamın merkezine koyan bu planlama, on yıl sonra dini inancı merkezine alan bir yaşam formuna dönüştü. Sonra sıra okullara geldi. Mimari değişimle bağlantılı olarak söylüyorum, bir anda medrese kılıklı okullar görmeye başladık. Tüm bunların anlamı şuydu; görüyorsunuz, alışıyorsunuz. Farkına varmadan oluyor bunlar. Bir süre sonra içeriği de değişecek. Dedik ki, eğitim sistemine müdahale edilecek. Hemen arkasından 4+4+4 eğitim sistemi geldi. Bunların ardından Osmanlı-Selçuklu tarzı adalet sarayları geldi. Onu yargı reformu takip etti 2010 yılında ve tamamen siyasallaşmış bir yargıya dönüştü. Hükümet konakları değişti. Mimari yapıları gördükçe neredeyiz diyorsunuz. Osmanlı mı, Cumhuriyet mi anlayamıyorsunuz."

REJİMLE HESAPLAŞMA NOKTASI!

Sözünü ettiğiniz şey kamusal alanda toplumsal bir değişmeyi topyekun öngören bir proje. Mekan-toplum ilişkisinden çıkıp bu sonuca nasıl ulaşıyorsunuz? 

"Bina iz bırakır aslında. Size hep bir şey hatırlatır. Toplumun belleğini yeniden şekillendirir. Cumhuriyet`in bütün değerlerini, mekanlarını, mimarisini yıkarak belleğimizdeki o hatırlatma anlarını silmektir bu. Artık bu mekânsal-mimari değişim tüm kamu yapıları için geçerli olmaya başladı.

Biz sarayı bu mekan ve siyaset bağlamı içerisinde yapılanların en üst noktası olarak gördük. Artık bir rejim değişikliği yapılacak. Onun için önce binası sonra içi yapılacak. O halde bunu Cumhuriyetin simge mekanını yok ederek yapıyorsanız, rejimle hesaplaşmanın zirve noktası burasıdır dedik. Böylece sürecin her noktasını takip ettik.

Bu Cumhuriyetin değil, Başkanlık sisteminin, otoriter yönetim modelinin mekanıdır. O süreçteki mücadelede karşılaştığımız noktalar, aslında bugün oluşturulmak istenen yasama yürütme yargı sisteminin o bina üzerinden nasıl tekelleştiğini gösteriyor.

Yargı karar verdi, dedi ki, "buraya bu binayı yapamazsınız!" Ama yargı kararları dinlenmedi. Bunun üzerine meslek odaları tavır koydu. Bu yapılanın hukuksuz olduğunu söyledi. Belediyeyi zorladık biz. Yasayı savunurken karşımıza zorun gücü, polisi çıktı. Oysa biz hukuki çerçevede itiraz ediyorduk. Demek ki yargı yerine geçildi. Meclise soru önergesi veriliyor, kimse dikkate almıyor. Sayıştay raporları yayınlanmamaya başladı. Yani denetim ortadan kaldırıldı. Bunlar da gösteriyor, bu süreçte tüm yetkiler tek kişide toplandı. Biz, "gelecek rejim işte bu" dedik. "Ben bildiğimi yaparım, istediğim gibi harcarım, hiçbir denetim yaptırmam, Meclisi takmam, bildiğimi okurum" rejimi!

Bu gün, o yapının içinde fiilen inşa edilen süreç, referandum ile meşru kılınmaya çalışılıyor."

Yaşanan değişim süreci ilk aşamasını 2010 referandumu ile aştı. Sonra 2012 ve ardından 2013 Gezi direnişi döneminde ikinci aşamaya ulaştı. O yılın 17-25 Aralık dönemiyle de bir üst aşamaya geçti. Meslek odaları bu süreci o yıllarda gözleyemiyor muydu? Örneğin 2011 Kanun Hükmünde Kararnameleri pek çok meslek dalını ilgilendiren alanları yeniden düzenlemeyi öngörüyordu. Daha geriye gidip 2007 yılındaki gelişmeleri başlangıç saymakta mümkün. Her şey taş üstüne taş koyarak gelişti adeta. Madem bu kadar vahimdi, sizin ve ilgili kurumların itirazı neden bu kadar gecikti?

"Bu işin tek başına bir meslek örgütü açısından değerlendirilmesi ne derece doğrudur? Bence çok bütünlüklü bir şeyden söz ediyoruz. Yani 1980 darbesinden sonra neoliberal politikalara geçiş sürecini iyi kavrarsak; bu politikalara geçiş için toplum ikna edilecek, bu amaçla siyasal İslam gibi toplumu kolayca kavrayan ögeler kullanılacaktı. Diğer yandan uluslararası güçlerin Ortadoğu politikaları için Türkiye`yi hareketlendirmeye ihtiyacı vardı. Bunu, AKP`nin siyasal İslam karakterini görmezden gelerek hayata geçirmeye çalıştılar. O nedenle işe tek başına mekan boyutuyla bakarsak işin içinden çıkamayız."

MEKAN TARTIŞMALARI SİYASİDİR

Bakmıyorum zaten. Sizin mekân-toplum  ilişkisine getirdiğiniz yoruma bakarak, başka boyutlarıyla ve başka toplumsal bileşenlerle ilişkisi bağlamına dikkat çekmeye çalışıyorum.

"Dünyanın her yerinde ilk tepkiyi verenler bu mekanla veya ideolojiyle ilgilenenlerdir. Mimarlardır, plancılardır veya ilgili disiplinlerdir. Çünkü mekan her şeyin aynasıdır. 2002`den sonra aslında ideoloji ve mekan tartışmaları başlamıştı. 2006 yılında Atatürk Orman Çiftliği yetkilerinin alınması falan, bunu anlatmaya çalıştık. Meslek Odaları teknik insanların örgütlendiği kurumlar. O nedenle bizim de değişmemiz gerekiyordu. Meslektaşlarımız bile uzun süre olup biteni anlamadı. Biz de anlatmaktansa yapalım dedik, işte o zaman kendi içimizde de çatışmamız başladı. Böyle olmaz dedik, teknik açıklama içeren raporlar sorunu çözmez. Halka anlatacak, diyalog kuracak bir şey yapılmalı dedik. Buna karar verdiğimizde 2012 yılıydı. O noktada o kadar çok insanla karşı karşıya geldik ki, kendi arkadaşlarımız "siz ne yapıyorsunuz, olayı siyasallaştırıyorsunuz" dediler. "Olay zaten siyasi" dedik biz de. Mekan politiktir, mekanın kendisini dönüştürmek için politik davranmanız gerekir ve bunu yapanlar zaten politik davranıyor. Olayın arkasındaki ideolojiyi ortaya çıkarmazsanız hiçbir şeyi kurtaramazsınız. Bunu kamuoyuna anlatmak zorundasınız. Nasıl yaparız dedik, her hafta basın toplantısı yaptık. Çünkü bilgi kirliliği var, bilgiyi bizden öğrenmeye başlarlarsa biz kaynak oluruz dedik. Bilgiyi bizden öğrendiler. TMMOB tarihinde bu kadar basın toplantısı yapıp kamuoyuna bilgi akışı sağlayan başka bir oda yok."

ASBESTLİ BİNA YIKIMI HÜKÜMET DESTEKLEMİYOR

Mekandan söz etmişken, son günlerde Ankara`da havagazı fabrikasındaki asbest meselesini gündeme taşıdınız. Gelişmeler hangi boyutta seyrediyor?

"Asbest meselesi Türkiye`nin geldiği durumu gösteriyor. Ortada bir yapı var. Cumhuriyet dönemi sanayi yapısı ama yıkılmak isteniyor. Biz dava açtık. Binanın yıkım kararı üzerine Kültür Bakanlığı Ankara Büyükşehir Belediyesine "bu binayı yıkma, dava sürüyor, yargıyı etkileme" diyor. Buna rağmen yıkım ihalesi açılıyor ama birinci ihale iptal ediliyor. Neden? Burada asbest olduğu fark ediliyor. Yapıda 350 ton asbestli malzeme var. İkinci ihaleye bunu bilerek çıkıyor. Biz yapının yıkılmasını istemiyoruz ama bir de asbest çıkınca meslek odalarına gittik. Ankara Tabip Odasını aradık, Kimya Mühendisleri, Çevre Mühendisleri, İnşaat Mühendisleri Odalarını aradık. Zamanında önlem alınsaydı bilirdik orada asbest olduğunu. Sonuçta Ankara`nın göbeğinde, insan sağlığını, toplum sağlığını tehdit eden bir Belediye başkanını ayan beyan ortaya çıkardık. Numune aldırdık, analizini hem özel, hem kamu laboratuvarlarına yaptırdık. Yürütmeyi durdurma aldık, suç duyurusunda bulunduk. Türkiye`de asbest konusunda yıkım devam ederken yürütmeyi durdurma kararı verilen tek konu bu! Belediye Başkanına Başbakanı, Bakanı, Hükümeti sahip çıkmıyor. Ama gel gör ki, bizim meslektaşlarımız da bize sahip çıkmıyor. "Mimarlar Odasının işi midir asbest" diyor. İyi de, bu binayı bir mimar yaptı, o hammaddeyi de bir mimar kullandı. Yapımı, yıkımı her şeyi mimarı ilgilendiriyor. Asbesti kimya mühendislerine sorarız ama o yapının her şeyi bizim işimiz. Şu anda Çevre Mühendisleri Odası açıklama yapıyor, biz açıklıyoruz, halk infial içinde çünkü çocuğu okula gidiyor, "ne yapacağım ben" diyor. Biz de "kurumlar size sahip çıkmıyor, kendi önleminizi kendiniz alın" diyoruz. Bina karantinaya alınmalı ve yıkılmamalı."

Şu anda binanın durumu ne?

"Şimdilik yürütmeyi durdurma alındı, binayı brandalarla kapattılar, Çevre Mühendisleri Odası da çıkıp diyor ki, "çok abartılacak bir durum yok!" Oda Başkanı aslında asbestle ilgili akreditasyonu veren bir kurumda çalışıyor ama böyle söylüyor. Bütün bunlardan cesaret alan Büyükşehir Belediyesi de, "senin alanın değil, neden giriyorsun bu işlere" diyor. Benim alanım bu! Yapıyı yapan ben değil miyim?"

ŞİLİ NEOLİBERALİZM  LABORATUVARIYDI

Hazır 1980`lerin neoliberal politikalarından söz etmişken, biraz da kitabınızı konuşalım mı? Şili`de uygulanan ekonomi politikalarını ele alan ve orayı bir laboratuvar olarak niteleyen kitabınızda Türkiye`deki uygulamalarla kurduğunuz paralellikler neler?

"Ben bir mimarım. Ekonomi alanında ne işiniz var diyebilirsiniz. Ama ben yüksek lisansımı Latin Amerika ülkelerinde yaptım sosyal bilimler alanında. Şili`ye Allende`den kaynaklı bir ilgi oluştu önce. Sonra işin içine girince Pinochet iktidarı, Allende`nin devrilmesi falan, gördüm ki Şili dünyada neoliberal politikaların ilk uygulandığı ülke. Coğrafi olarak bize çok uzak ama Türkiye Cumhuriyetini ilk tanıyan Latin Amerika ülkesi aynı zamanda! Pinochet diktatörlüğü ile birlikte neoliberal politikalar uygulanmaya başlıyor. Darbeler döneminin olduğu bir süreç. Orayı kapitalizm ve küresel sermaye bir tür laboratuvar olarak kullanıyor. Kiliseyi de kapsayacak şekilde Chicago Boys adıyla bir üniversite grubu kuruluyor ve ilk ayak bu. Şili`nin şöyle bir önemi var; bu gün tüm dünyada yaygın olarak kullanılan modeli ilk kez Şili`ye uyguladılar. Uluslararası sermayenin egemenliği, ulus belleklerin yok oluşu, serbest geçişler falan hepsi model olarak uygulandı. Şili de iki yılda bir anketler yapıldı, halkın tepkisi ölçüldü ve o tepkimeye göre diğer ülkelere transfer edildi. Parasız eğitim ve sağlığın özelleştirilmesi,  sosyal güvenliğin özelleştirilmesi, kentsel ulaşımın paralı hale gelmesi falan hepsi orada deneyimlenip aktarılıyor. Burada kültürler farklı, coğrafyalar farklı ama neoliberal politikalar o kültürlere bir şekilde uygulanıyor. Bizde bunlar 20-30 yıl sonra uygulandı. Diğer ülkelerle karşılaştırdığımızda bunun öne çıktığı görülecek. Eğitimi biliyorsunuz artık paralı görüyoruz. Sağlık keza özelleştirildi. Şimdilik çok memnun görünüyoruz bu durumdan. Bizde aslında sürecin ilk aşaması yaşanıyor. Şili`de bu durum şöyle: önce sağlık primleri arttırıldı. Ardından bazı sağlık uygulamaları güvenceden çıktı, göz, kalp vb. gibi. Böyle olunca halk özelden tekrar devlet hastanelerine döndü. Bu durum bizde yeni yeni başlıyor. Sonuçta Şili halkı devlet hastanelerinde yeniden kuyruklar oluşturmaya başladı. Bu gün Şili`de seçilmek isteyen devlet başkanı göz kliniği, diş kliniği gibi vaatlerle kampanya yapıyor. Eğitim konusunda da aynı süreç yaşandı. Önce çocuklarımız üniversiteye gidip okuyor diye seviniyorlardı ama artık giderlerini karşılayamıyorlar."

NEOLİBERALİZM GÖZ BOYAMAK İÇİN KULLANILIYOR

Sözünü ettiğiniz neoliberal politikalar Türkiye`de hangi yıllarda başladı? 1980 kesit alınır ancak bence Türkiye`deki bu değişim sancıları 1970 ortalarından itibaren başladı gibi. Artık ithal ikameci devlet politikalarının tıkandığı ve küresel düzeyde başlayan ‘petrol krizi` bunu tetikledi sanki. Ondan sonra para politikalarına yönelen, KİT satışlarını dillendiren bir ekonomik yönetim modeli yavaşça gündeme geldi diyebilir miyiz?

"24 Ocak 1980 kararları aslında bir kırılma noktası. Sözünü ettiğiniz dönem altyapısını hazırladı. Darbe ile beraber iktidara gelen Turgut Özal yönetiminde birinci kuşak yapılandırmayı sağladılar. Hani dağa taşa telefon kablosu çekilince insan hayatına dokundu ya, o aslında neoliberalizmin de dokunuşuydu.

Şimdiki iktidar için ne diyor halk, ‘baskı yapıyor, savurganlık yapıyor ama hızlı tren yapıyor` diyor, özgürlükler, demokrasi falan diyorsunuz, ‘ama herkese konut veriyor` diyor. Yani liberalizmin avantajlarından göz boyamak için yararlanıyor.

Kısaca özetlemek gerekirse birinci kuşak yapılandırma Özal döneminde tamamlanıyor, ikinci ve en önemli kuşak ise eğitim, sağlık gibi sistemin temel sosyo kültürel yaşam alanları olarak AKP hükümetince yapılandırılıyor. Bunlar doğrudan halka değen politikalar.  Halkın sağlığı, emekliliği, eğitimi, konut gereksinimi, yani yaşadığı yer!

Tam bu noktada meslek odaları devreye girmek zorunda kaldı, bizim alanımız çünkü. Hepsi de kenti, yaşamın temel unsurlarını ilgilendiriyor."

TOPLUMDA ANTİ EMPERYALİST DUYGULAR KALMADI

Türkiye`de Neoliberalizmin mutlak egemenliğinden söz etmek mümkün mü? Çünkü devrevi krizler dediğimiz şey aslında bir tür kriz sürekliliği. Bu neoliberalizmin içten içe tedrici çöküşünün emaresi sayılabilir mi?

"Artık neoliberal politikalar da uluslararası düzeyde bir kriz içinde diye düşünüyorum. Yeniden devletçi politikalara dönülebilir. Ulusal sınırlar içine çekilebilir, gümrük duvarları yükselebilir. Mesela Trump diyor ki, dışarıdaki fabrikaları kapatacaksınız! Mesela artık milli güvenlik stratejileri değişiyor. Sanki soğuk savaş döneminin iç düşman retoriğine geri dönülüyor. Bizde de asker biraz daha geriye çekildi, siyasette liberalizm hakim kılındı. İktidarın devamı için ‘iç düşman` yaratılmaya başlandı. Bu politika halkı da birbirine düşman ediyor. Kentsel dönüşüm de öyle. Var olan yapıyı çökertiyor, herkesin gözünde itibarsızlaştırıyor, sonra da yeni bir yaşam pazarlıyorsunuz. Kentsel dönüşüm modelinin aynısı ülkelerin dönüşümü için de geçerli olmaya başladı. Örneğin Irak çok belirleyici bizim için. Önce orayı dağıttılar, Saddam`ı büyüttüler, ardından herkesin nefretini kazandırıp itibarsızlaştırdılar. Şartlar olgunlaşınca da ABD işgal edip ‘biz buraya özgürlük getirdik` dedi. Ben tam olarak çözemiyorum ama burada bir strateji değişikliği yaşandı. Bizim toplumumuzda öyle anti emperyalist duygu falan da kalmadı. Irak`ta uygulanan şey Ortadoğu ülkeleri için her zaman bir tehlike aslında."

CUMHURBAŞKANI DİKENSİZ GÜL BAHÇESİ İSTİYOR

Liberal politikaların kısmen tıkandığı, eskisi gibi verimli olmadığı, sermayenin eskisi gibi kontrol edilemediği bu dönem yaşanıyor. Anayasa değişikliği talebiyle bu sürecin ilgisi nasıl kurulabilir sizce? Sistem değişikliği talebinde göründüğü gibi inançların rolü daha mı baskın?

"Bence bunu bütünlüklü ele almak gerekir. Kapitalizmin küresel aktörleri; Amerika`da Trump, Rusya`da Putin, Almanya`da Merkel… hızlı hareket edebilen bir sistemi koordine etmeye çalışıyor. Yani sermaye aslında kendini yeniden yapılandırıyor. Kısmen devam eden krizi aşmanın yolunu her şeye merkezi olarak müdahale eden bir tek adam sistemine yöneliyor. Diğer taraftan bunu sermayenin paylaşımı için yapacak. Bu aşamada en önemlisi halkı tasfiye edebilmek! Üniversiteleri, bilimi tasfiye etmek! Böylece hakimiyetini kolaylaştıracak bir alan oluşturabilmek. Bu gün Cumhurbaşkanı Erdoğan bu yetkiyi işte bu uluslararası oyuna girebilmek için almak istiyor. Ekonomiyi eline alacak, varlık fonuyla sorumsuzlaşacak, gerektiğinde meclisi feshedecek, yargıyı bağımlı kılacak. Dikensiz gül bahçesi diyelim. Yani eline ayağına dolaşacak bir şey istemiyor bu aşamada!"

REFERANDUMUN ULUSLARARASI ETKİLERİ OLACAK

Merkezi Avrupa ülkelerinin çoğunda son yıllarda referandumlar çoğaldı. Tümü de ulusal sınırları aşan etkilere sahip. Bizdeki referandumun böyle bir etkisi olabilir mi?

"Biz burada çok önemli bir noktada bulunuyoruz. Saydığım nedenlerle bile sadece biz değil, dünya açısından da önemli bir referanduma dönüşeceğini düşünüyorum. Bizdeki referandum sonucuyla bütün mekanizma harekete geçebilir. Kendi geleceğimize sahip çıkarken, dünyanın geleceğine dair bir etki de yaratmış oluruz. Yani dünyanın tüm memnuniyetsizlerine esin kaynağı olur, her şeyi kontrol etmek isteyen merkezi güçlere karşı bir kırılmanın fitil ateşleriz. BU nedenle referandum sürecinin ben hem ulusal sonuçları, hem de uluslararası etkileri açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ama bu çok kolay olmayacak, ona da hazırlıklı olmak gerekiyor."

Röportaj

Yaşar TOK 

Denizli Şube Kaynaklı Haberler »

23.03.2017 tarihinden itibaren 1208 defa okunmuştur.

 

ŞUBE İÇERİĞİ

ÇEVRE ANALİZLERİ YETERLİLİK BELGESİ
BİLGİ EDİNME BAŞVURUSU
SIKÇA SORULAN SORULAR
 

TMMOB MAKİNA MÜHENDİSLERİ ODASI DENİZLİ ŞUBE
SIRAKAPILAR MAH. SALTAK CAD. NO: 83 - DENİZLİ
TEL: (+90) 258 2633638   FAKS: (+90) 258 2638836
e-POSTA:

SAYFA ÜSTÜ
ÖNCEKİ SAYFA

COPYRIGHT © 2024 TMMOB MAKİNA MÜHENDİSLERİ ODASI
MEŞRUTİYET CADDESİ No:19 KAT:6-7-8 KIZILAY / ANKARA
TEL: 0850 495 0 666   FAKS:(+90) 312 417 86 21
E-POSTA:

Key İnternet Hizmetleri